Batı, Doğu'yu bir arzu nesnesine dönüştürerek onu tanımlarken klişe ve birtakım hayallerden yararlanır.
Mustafa Said'in Hyde Park'ta Isabella Seymour ile tanışması:
"...ben susuz bir çölüm, güneyli arzuların sahrasıyım. Ona altın renginde kumlardan oluşan çöller ve içlerinde var olmayan hayvanların bulunduğu ormanlarla ilgili uydurma hikayeler anlattım. Ülkemin sokaklarının filler ve aslanlarla dolu olduğunu ve siesta vaktinde timsahların etrafta dolaştığını anlattım. Biraz saf, biraz inanmaz bir halde beni dinliyordu... Bir noktada, onun gözünde bir elinde mızrak, diğer elinde oklar olan; ormanda fil ve aslan avlayan, çıplak, ilkel bir yaratıpa dönüştüğümü hissettim. Bu iyiydi. Merakı neşeye, neşesi sempatiye dönüşmüştü..." (Salih, 2016: 44)
Ann Hammond'un Mustafa Said'in ağzından anlatılışı:
"Benim aksime, o sıcak iklimlere, zalim güneşe, mor ufuklara özlem duyuyordu. Onun gözünde özlemlerinin tamamıydım ben... onu kendinden geçiren bir kokuyu içine çekiyormuş gibi koklardı beni. Gözleri zevkle kırpışırdı. ...Afrika'nın ormanlarındaki çürüyen yaprakların kokusunu, mangonun ve papayanın ve tropki bahartların kokusunu, Arap çöllerindeki yağmurun kokusunu..." (Salih, 2016: 136)
==>Tayeb Salih, romanda kullandığı gizemli ve egzotik Doğu temalarını Batılı karakterlerde oluşan hayranlık, arzu ve özlem duyguları üzerine işlemiştir.