Durkheim’ın toplumu biyolojik bir benzeşmeye dayanarak açıklamaya çalıştığından yola çıkarak işlevselciliğin de toplumu birbiri ile bağlantılı parçalardan oluşan bir sistem olarak ele aldığını söyleyebilir, modern sosyolojideki işlevselciliğin de toplumu öz-düzenlemeye (self-regulation) sahip olan bir sistem olarak kurgulamış olduğunu söyleyebiliriz. Bu da, tıpkı Durkheim’ın biyolojik benzeşmesinde olduğu gibi, toplumun kendini koruma ve dengede olma gibi doğal bir eğilime sahip olması demektir. Bir diğer ifadeyle, öz-düzenleme topluma çevredeki değişime karşı kurumlarını yeniden düzenleyerek dengesini koruma ve tekrar etkin bir şekilde işleme imkanı sağlar.
İşlevselciler biyolojik sistem gibi toplumsal sistemin de hayatta kalabilmesi için karşılanması gereken bazı temel gereksinimler olduğu varsayımından yola çıkarak bu gereksinimler bir bakıma işlevselciliğin yapısal-işlevselcilik olarak anılmasına da yol açan Talcott Parsons (1902-1979) tarafından sınıflandırılarak tanımlanır.
Genellikle işlevsel ön-gereklilikler olarak adlandırılan bu gereksinimler işlevselcilerin savunduğu üzere, toplumsal sistem içindeki ve uyum halinde bir araya gelerek bütünün hayatta kalmasını sağlayacak bu gereksinimlerine yanıt vermek durumunda kalacak olan parçalar tarafından karşılanmaktadırlar. Böylece işlevselciler toplumu oluşturan her bir toplumsal öğe/parça/kurum ve pratiğin ancak toplumun ihtiyaçlarının karşılanmasında bir role sahip olması durumunda sürekliliğini koruyabileceğini öne sürerler. Toplumu oluşturan bu kurumları da söz konusu olan bu gereksinimlerin karşılanmasına yönelik olan katkıları açısından analiz ederler. Örneğin, işlevselci analiz açısından aile toplumda üreme ve toplumsallaşma, yani topluma yeni çocuklar kazandırma ve onları topluma uygun şekilde sosyalleştirme gibi temel bir işlevi yerine getirmektedir.
İşlevselcilik evrimci bir toplumsal değişme teorisi sunar. İşlevselciliğe göre toplumsal sistem hayatta kalabilmek için kendi içerisinden defalarca bölünerek ve çoğalma yoluyla farklılaşarak yeni öğeler ve işlevler geliştirmesi ile değişen çevre koşullarına uyum (adaptasyon) sağlamak zorundadır. Örneğin, toplumda devamlı artan iş bölümü ve uzmanlaşma bu ihtiyaç sonucu ortaya çıkmaktadır.
Modern işlevselci sosyologlar Durkheim gibi toplumun hayatta kalması açısından zorunlu gördükleri düzen, denge ve uyumun toplumun geneli tarafından paylaşılan merkezi bir değerler sisteminden kaynaklandığını savunur ve düzen, denge, uyum, istikrar ve iş birliği gibi öğelere ilgi duyarlar.
İşlevselciliğin eleştirilen en kritik noktası gerçekte olmadığı kadar işlevsel bir birlik ve uyum halinde bütünleşmiş, çatışmanın da neredeyse hiç olmadığı bir toplum kurgusuna sahip olmasıdır.